Her üç ayda bir olduğu gibi yine kendime bir seyahat rotası
çiziyordum. Haritayı açtım büyük bir hevesle, gitmediğim yerlere bakıyordum?
Sonra çocukluğumun oradan bana baktığını gördüm. Aniden anımsadım, ilk okulda
hocamızın tahtaya astığı Dünya haritasını. Mavi okul önlüklü bir çocuktum,
ağzım açık öylece haritaya bakıyordum. Bir ders boyunca baktım. Teneffüste tüm
sınıf bahçeye çıktığında çok mutlu olmuştum. Çünkü; haritaya daha yakından
bakabilecektim ve işte kocaman Dünya karşımda duruyordu. Benimdi! Avuçlarımın
içindeydi!
Büyüdükçe o hissiyatla bir daha hiç bakamadım ben Dünya’ya.
Aslında hiç bir şeye bir daha öyle bakamadım ben.
Vapurlara mesela!
Ben çocukken
biliyordum bir gün bir vapura binecektim. Yıllarca beklediğim o ana kavuşacaktım.
Sonra büyüdüm işte. Vapurların masal diyarlarına gitmediğini öğrendim, çakmak
satan adamın, gitar çalan gençlerin zabıtalarca tartaklandığını gördüm vapurda.
Dostlarıma!
Çocukken iyi futbol oynamayan ama topu olduğu için takıma
dahil edilen arkadaştan elde edilen çıkar gibi masum olmadığını öğrendim
büyüyen dostlukların. Maskeleri olduğunu öğrendim sonra insanların.
Özleme!
Eskiden okul zamanı
tatili özlerdim, gelirdi tatil. Ben okulu özlerdim. Okul zamanı da gelirdi.
Şimdi; gelmeyeceği bilinen şeylere özlem duymanın
çaresizliği öğrendim.
Aşka!
Bir daha asla çocukluğumda baktığım gibi bakamadım.
Gofretimi paylaşmak kadar değerli olmadığını öğrendim aşkların. Her aşkın
yüreğimde biz iz bıraktığını öğrendim sonra. Ruha nakışlanan yaraları olduğunu.
Sirklere!
Büyük bir hayranlıkla izlediğim fillerin gösterinin ardında
derin bir acı yattığını öğrendim. Aslanların terbiye edilmek için günlerce
kırbaçlanıp aç bırakıldıklarını. Hayvanlara yapılan zulmü, işkenceyi...
Savaşlara!
Tarih derslerinde ki destansı hikayeleri hep sevdim. Elime
bir kılıç alıp geçmişe gidip bende katılmak istedim çoğu zaman. Sonra her
savaşın bir cinayet olduğunu öğrendim ve ölenlerin sadece masumlar olduğu.
Zamana!
Akşam ezanına kadar çabuk geçen, matematik derslerinde hiç geçmeyen
bir kavramdı benim için. Büyüyünce nasılsa kontrol edebilecektim zamanı.
İstersem durdurabilecektim. Öyle olmadığını öğrendim sonra.
Zamanın; geçtikçe içimden; acıtan, yoran, yıpratan bir şey
olduğunu öğrendim. Ve asla durdurulamayacağını.
İstanbul’a
Benim için kusursuzdu İstanbul. Filmlerden, resimlerden
gördüğüm şu heybetli koca şehir. Esrar kokan sokaklarının olduğunu öğrendim,
boğazın serin suları içinde yüzen pet şişeler gördüm sonra. Dolandırıcılar, en
güzel manzaraların içindeydiler. İstanbul’un filmlerde ki gibi hep güler yüzlü
olmadığını öğrendim.
Otellere!
Bende bir gün otelde kalacaktım. Uçsuz bucaksız havuzunda
yüzecek, açık büfesinden dilediğimi yiyecektim. Ticari sevişmeleri olduğunu
öğrendim otellerin, vergi kaçıran patronları olduğunu sonra.
Ve kendime!
Her şeyi hak etmediğimi öğrendim. Her denizde
yüzemeyeceğimi. Düştüğüm yerlerden kalkmayı. Büyük düşmelerin izlerinin
çocukken düştüğümde dizlerimde oluşturduğu yaralar gibi olmadığını öğrendim.
Affet beni çocukluğum.
Ben senin gibi bakmayı beceremedim Dünya’ya. Büyüdüm usulca.
Kirlendim. Avuç içlerimde günahlar biriktirdim.
Affet beni çocukluğum. Sen içimde bir yerlerde saklısın
biliyorum.
Hiç büyüme e mi? Dünya senin gördüğün gibi bir yer değil
çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder